Vicdan oturumunda 700. hafta

Vicdan oturumunda 700. hafta



Nazım Özgür Gündem Urfa muhabiri idi. 1992-1994 yılları arasında dönemin tek muhalif ve Kürt gazetesinde muhabir olarak çalışıyordu. Bu dönem adına “faili meçhul” dedikleri cinayet, kaçırıp kaybettirme yıllarıydı. Nazım’ım kaçırılmasından bir yıl önce Özgür Gündem Urfa şube temsilcisini kaçırmaya çalışmışlar, başaramayınca da orada katletmişlerdi.

 

 

Nazım’ın kaçırılması ardında başta ailesi ve özgür gündem gazete sorumluları olayın peşine düşmüşler. Vali, kaymakam, bakan, karakol, savcılık her yere başvurmuşlar. Devleti temsil eden bu kurum ve kişilikler o dönemki devletin konseptine göre davranmış ve Nazım’ın bulunması için hiçbir şey yapmamışlar.

Oysa Nazım savaşan taraflardan birine mensup değildi. Üniversite sınavına hazırlanan bir öğrenci,  yasal ve anayasal bir hak olan bilgi toplumunun oluşmasına çalışan muhalif bir gazetede sigortalı ve  kurum kimliği ile çalışan bir muhabirdi. Ve Nazım varlığı ve hakları ile devletin bütün kolluk güçleri, bürokrasisi tarafından korunması gereken bir yurttaştı.

Ama gelin görün ki, dönemin resmi ve gayrı resmi güçleri bu öğrenci, çalışan ve yurttaşa karşı bir savaş içindeydi. Tek yanlı, korkak, arkadan vuran, kalleşçe bir saldırı içinde. Dünyanın en ahlaksız saldırısı ile Nazım kaçırılıp katlediliyor. 5 bin yıllık insanlık tarihinin en ahlaksız yöntemi ile ceset bulunmamak üzere kaybettiriliyor.

Geride kalanlara bir yas tutma, bir mezar taşı bile çok görülüyor.

Oysa en eski kabilelerde bile cenazeye saygı var. Orta yerde cenaze varken savaşlar durur. Yoldan bir canaze geçerse insanlar saygıya durur. Ortalık huşu içinde bir sessizliğe bürünür.

Nazım’ın annesi Makbule ana Nazım’ın cesedini bulmaya bile razı. Ömrü boyunca o  yaşlı yüreği ile Nazım’ı aradı. Ölünceye kadar da umudunu kesmedi. Ve Mekbule Ana’nın ömrü bu arayışa yetmedi. Şimdi, Amed Yeniköy mezarlığında, yaşam ahdı olan sözler mezar taşına yazılı olarak, Nazım’dan haber bekliyor.

Ve onlarca, yüzlerce, binlerce kayıplar... Yaşana acılar tek tek anneleri, kardeşleri, çocukları bir araya getiriyor. Yüzlerce binlerce gözaltında kaybedilenlerin yakınlarının gözyaşları ırmağa dönüşüyor. Bu ırmak Galatasaray meydanında buluşuyor.

O buluşma gününden şimdiye 23 yıl geçti. 700 kez bir araya geldiler. Nazım’ın yaşamasına müsaade etselerdi şimdi 42 yaşında olurdu. Babası kaybedilen çocuk şimdi babasının kaçırıldığı yaşta. Ve babasının akıbetini bu meydanda soruyor.

Gözaltında kayıpların akıbeti ortaya çıkarılmadığından, vicdanlar rahatlatılmadığından gözaltında kaybettirmeler devam etti. Bunu, bir zor ve baskı ile yönetme yöntemi ve politikası bellediler. Bu politika ile topluma bir korku ve dehşet havasının hakim olmasını sağlamak istediler.

Bu sebeple de kaybettirme politikası ile doğrudan doğruya toplum hedef alınıyor. 700 haftadır o alanda oturanlar, gözyaşları eşliğinde kayıplarının akıbetini soranlar, kendileri olmaktan çıkmış, toplumun, insanın, insanlığın vicdanı durumuna gelmişlerdir.

Toplumsal bir vicdan hareketi durumundadırlar.

Bu harekete katılmak, bu hareketi desteklemek, bu vicdan hareketini önce kendi kalbimizin ve yüreğimizin sesine uyarak hareketlenmek, sonra da çevremizdeki tüm insanlarda bu vicdanı uyandırmak bence insan olarak var olmanın temel koşuludur.