Kayıplar ve Hakikatler Arjantin’den gelen Margarita İsabel Noia, cunta dönemindeki kayıpların yakınlarından; bir kız kardeş, 43 sene kız kardeşini kaybetmiş; yani ikinci kuşaktan kayıp yakını. Cuntacıların ve dünya karşıdevrim sesi basının Perşembe Delileri dediği birinci kuşak anneler yok artık, doğanın yasasıyla aramızdan ayrıldılar.

 

 

 

Kayıplar ve Hakikatler

Arjantin’den gelen Margarita İsabel Noia, cunta dönemindeki kayıpların yakınlarından; bir kız kardeş, 43 sene kız kardeşini kaybetmiş; yani ikinci kuşaktan kayıp yakını. Cuntacıların ve dünya karşıdevrim sesi basının Perşembe Delileri dediği birinci kuşak anneler yok artık, doğanın yasasıyla aramızdan ayrıldılar. O yüzden bu yıl İstanbul’da 12 Mayıs günü düzenlenen Hakikat ve Adalet Konferansı’na, Arjantinli kayıp yakınları adına o geldi. Ve Konferansın tek yurtdışı konuğu oldu. Türkiye ve Kürdistan’ın kayıp yakını analarıyla, kardeş ve torunlarıyla üç kuşak cumartesi eylemleriyle sarılıp kucaklaştı, dertleri ve acıları yanında en çok da mücadelenin ateşini, haklılığı ve kazanımlarını paylaştı.

30 bin kişinin kaybedildiği Arjantin’den gelen Margarita’nın anlattıkları içinde çok yakından tanıdığımız vardı; cuntanın insan kaçırıp kaybetme biçimleri, işkence seansları, kayıplar hissi, hiçlik ve yokluğun boş, taşlaşmış duyguları; ölüme inanmazlık ve on yılları aşan bekleme hali; sonrasında ise bir kemik, bir mezar arayışına düşmek gibi. Mücadelenin sayısız biçimlere bürünmesi, uluslarasılaşması ve kuşaklara devri gibi. Bir benzerlikte yargılama süreçlerindeydi kuşkusuz ki bence bu çok önemli.

Şöyle dedi Margarita: “Cunta devrildikten sonra kurulan iktidarlar döneminde sadece cuntanın tepesindekiler yargılandı ama bizim kayıplarımızın akıbeti açığa çıkmadı, onları fiilen yok edenler açığa çıkmadı. Dokunulmazlık zırhı karşımıza çıktı. O zaman mücadelemiz buraya yöneldi. Devlet yargılamaya yönelmek zorunda kaldı. 8 yüz dava açtırmayı başardık. Yüzlerce işkence ve kayıp merkezi vardı. Toplu mezarlar açıldı. Bir kısmının kemiklerine ulaşıldı. Yargılamanın başında, suçlular yargılanacak, aileler de onları affedecekti! Devlet nasılsa bunlar ihtiyar, yarın bir gün ölür gider, dava da kapanır diye düşünüyordu. Ama öyle olmadı. Kardeşler ve torunlar – kayıpların çocukları da subaylara verilerek kayıp ettirilmişlerdi, bn.- bu anlaşmayı kabul etmedi.”

Bu sözler bizim coğrafyamızdaki kayıplar mücadelesinin bir etabını hatırlattı bana. 12 Eylül beşlisini yargılayan mahkemeyi ve bütün o süreci… Nasıl göstermelik dava açıldığını, darbenin acılarıyla yüklü toplumun duygularının ve beklentilerinin nasıl da sömürüldüğünü… Artık kadavralık hale gelmiş iki elebaşı generalin mahkemeye bile getirilmediğini, SEGBİS denen tecrit aracıyla bağlandığı yerden “bugün olsa aynı şeyi yapardım” diyen faşist Evren’i… O iki general eskisi kısa zamanda toprağa karıştığında da hiçbir şey olmamış gibi davranan, hatta devlet töreni düzenleten devlet düzenini hatırlayın. Ve bu halde yakalarına yapışacak toplumsal hareketin görünmezliğini… Tek tek açtırılabilmiş davaların 12 Eylül suçlularını yargılamaya yetmediğini, hasıraltı edilmiş kayıpları. İşkenceli sorgularda ölümleri…

Margarita’nın unutma, unutturma üzerine dedikleri de önemliydi: “Kırk küsur yıl oldu, unutun, diyenler var bize. Hayır unutulmuyor! Benim annem 94 yaşında öldü. Plaza de Mayo’daki ilk on dört kişinin içindeydi. Hiç unutmadı evladını. Tek bir kemiğini ve hesabını istedi son nefesine kadar.” Berfo Ana da öyle gitmedi mi son yolculuğuna; “Cemilimin kemiklerini bulunca yanıma koyun” demedi mi? Onun için kalan çocukları kayıp mücadelesini sürdürmüyor mu?

Margarita’nın son sözleri de mücadelenin gerekliliği ve kararlılığı ile hedefe dairdi: “Mücadeleyi terk edersek kaybedeceğimizi öğretti annelerimiz bize. 30 bin kardeşimiz kaybedildi; unutmuyor, affetmiyoruz. Zalimle uzlaşmıyor, mücadeleden vaz geçmiyoruz. Adil, eşitlikçi bir dünyada yaşayacağız mutlaka.”

Margarita’nın dediklerine Kürt ana ve evlatlar, eşler ve hatta torunlar yaşadıkları zalim gerçekleri eklediler bir bir. Mesela oğlu Şirin ‘i evinden döverek götürdüğü devlete Remziye Bayram’ın dediği şu “Devlet yeni bize gelip size 20 bin lira verelim bunu bırakın diyor. Bende buradan soruyorum bizim çocuklarımızın kanı 20 bin TL mi? Biz bunu kabul etmedik. Hiçbir zaman da kabul etmeyeceğiz. Devlet her şeyi de verse biz mücadelemizi sürdüreceğiz.” Oğlu Murt!ı kendi eliyle devlete teslim eden Hanife Yıldız’ın dediği: “oğlum nerede kaldı diye sormaya gittim. Polis bana; bize onu sen getirdin ya, kızmıştır sana. Bugün yarın çıkar gelir, git evine bekle, dedi.” Bir de meydanlara gelmeyenlere seslendi Hanife Ana: “Galatasaray’ı Baba Ocak açtı. Sadece biz değil, herkes orada açıklamasını yapıyordu. Şimdi neredeler.”

Acı anlatılırken bölüşüldü, mücadele deneyimleri anlatılırken birbirinden öğrenildi; eksikler tamamlandı. Elbet kaybedilenler tek tek insanların, ailelerin, arkadaşların sevdikleriyse de kaybetme devletlerin siyasal, toplumsal ve hatta ekonomik kapsamı, bağlamı olan bir politikasıdır. Sonuçları da o derece ağır ve çok yönlüdür. Kaybetmenin en yakınlar üzerindeki yıkıcı etkilerini ele alan bilim insanları, aynı zamanda süreçlerin izlenimcileri, paylaşımcıları ve emekçileriydi Konferansın. Yaşanan acının, yasın, mücadelenin analiz ve yorumlarıyla kayıpların nasıl da toplumsallık olduğu noktasında bir daha aydınlattılar herkesi. Bir Konferanstan daha başka ne istenir ki?

Ekleyeceklerime gelince:

Türkiye’de kayıplar mücadelesinin de kesintili ama vazgeçilmeyen uzun bir mücadele süreci var. Cumartesi eylemlerinin başlangıcını yaratan Hasan Ocak’ı bulma mücadelesinin açtığı yolun bir kazanımı olarak Galatasaray Meydanı’nı ve Uluslararası Kayıplar Kurultaylarını unutmayalım. 25 yıldır bu büyük kavgada yerini almaya devam eden Emine Ana’dan gözü arkada giden Berfo Ana’ya, gündemin sıcak gelişmelerini alana taşıyan Hanife Yıldız’a, kayıp mücadelesinde örgütler kuran Pervin Buldan’dan Hanım Tosun’a; mücadeleye kendilerini adayan nice ana, eş, kardeş, çocuk, toruna yolu büyütenleri de unutmayalım. Bu süreçlere emek veren her kurumu, herkesi de, İHD’nin Kayıplar Komisyonunu da. Galatasaray’ın eylemcileri Güzel Anayı da, Gülşah ve Gülmez Anaları da… Şimdi kimsenin hatırlamadığı Bakırköy Özgürlük Meydanı’ndaki ilk beyaz başörtülü kayıp eylemini de arşivlerden bulup çıkaralım. Bu yolda emek veren herkese saygı ve teşekkürlerimizi sunalım.

Yarın bu topraklarda bir Kayıplar Haftası daha başlıyor; eylem ve etkinlikleriyle hepimizi bekliyor. Kayboldukları günü bilmeden hiç olmazsa kemiklerinin bulunmasını bekleyen, hesaplarının sorulmasını isteyen kayıplarımızın anısı ve onuru için bu kavganın büyümesi gerekiyor; Galatasaray ve Koşuyolu gasplarının ortadan kaldırılması, suçluların listesinden davaların çıkması gerekiyor. Arjantin’e bakarak söylersek; daha yürünecek çok yolumuz var; herkesin üzerinde birleştiği gibi bu büyük bir kavga, büyük bir dava, menzile ulaşana kadar sürecek.