TİK TOK’LANAN YAŞAM

Hem ekonomik hem kültürel yoksulluğun çift haneleri bulduğu bir dönemdeyiz. Devletin ve özel istatistik kurumları birbirinden ayrı yüzdelik oranları açıklasa da hissedilen yoksullukla ilgili bir açıklama yok. Tıpkı hava durumu verileri gibi… Günün en yüksek ve düşük hava sıcaklığı tahminlerinin yanına “Hissedilen sıcaklık” derecesi daha doğru gibime geliyor. Çocukluk ve öğrencilik yıllarımda bilgiye erişmek bu kadar kolay değildi. Verilen ödevleri ya da araştırma konuları için evimizde yararlanacağımız kaynaklarımız olmazdı. Kilometrelerce yol yürüyüp şehrin kütüphanesine giderdik. Aranan bilgilere erişebilmek için ansiklopediler kitaplar karıştırırdık. Yani bolca okuyarak bulurduk. Eriştiğimiz bilgileri sayfalar dolusu yazarak, not alarak kaydederdik. Yazdıklarımızı bir de eve gelip tekrar temize çeker öyle sunardık öğretmene. Öğrenmek, bilgi biriktirmek kaçınılmaz olurdu.

Teknoloji ilerleyip bilgiye erişmek kolaylaştıkça ekonomik, kültürel ve sosyal ilişkilerde daha da kötüye gittik. Sonuçta teknoloji de sermayenin elinde ve yönettiği bir unsur. Kapitalizm, bilgi ve teknolojinin yaratacağı gücü tabiî ki biliyor ve o gücün kontrolünü kendi elinde tutmayı ihmal etmiyor. Yalnızlaştırarak sosyal hayattan çekip “sosyal medyaya” hapsettiği milyonlar, emeklerinin ve beyinlerinin sömürülmesini yine sosyal medyadan takip ediyor anlamadan. Devrimciliğin, dindarlığın, duyarlılığın ve ideolojilerin sadece “sosyal medyada” yaşandığı absürt zamanlardayız. Öyle ki kültürel yoksullukta dibe vurmuş durumdayız.

Sistemin kendine benzettiği, buna en küçük yapı evlilik kurumu da dâhil, tüm kurumlar yozlaşmanın en uç noktasında. Devlet kurumlarını ve yapılarını geçtim, sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşlarının içleri boşatıldığından, kültür ve bilinç açlığından ölmek üzereler. Ezilen bir kesim toplumun direniş, hak ve adalet misyonlarını yerine getirdiğine inandığım ve aktif üyesi olduğum sosyal örgüt bile şu günlerde sözcülüğünü yapan kişilerin, yolsuzluk ve şaibeli işler iddiasıyla çalkalanırken üyelerin ve kitlesinin sessizliği, canhıraş üstünü kapatma derdinde olması sözüm ona eleştirdiği düzene benzeşmesinin göstergesinden öte bir şey değil.

Kış geldi geçti, düşmeyen tek damla yağmurun hesabını sadece yaşlılarımız oturduğu yerden ağrıyan dizlerini ovalayarak kendi kendilerine düşünüyorlar.

Artan intihar, tecavüz ve şiddet vakaları haberleri, apartman içindeki komşusuyla muhabbet konusu...

Sabahın köründe kalkıp hasta da olsa çocuğunu koşturarak okula götürüp sabah kuşağı magazin, kadın programlarına yetişen; okul çıkışı aynı rutini tekrarlayan, evde eline bir kitap almak yerine dizi saatlerini kaçırmayan anneler.

Yağmalanan tarihi yerler, ormanlar, sit alanları ve doğal güzelliklerin kültüre ve yaşamımıza katkılarının hiçleştirilmesi.

Memleketin neredeyse her karışına açılan taş ve maden ocaklarının su, gıda ve toprak güvenliğini tehdit ettiğini, iklim değişikliği ve doğal tarıma verdiği zararları anlatan kamuoyunu bilgilendirme amacı olan basın açıklamasının olduğu yerde, yolun karşı tarafındaki kıyafet mağazasının açılışının izdiham kalabalığında seslerini duyuramamaları...

Kadir Has Üniversitesi’nin düzenli olarak her yıl yaptığı “Türkiye Eğilimleri Araştırması” 2020 raporuna göre vaktinin çoğunu “sosyal medya” üzerinde geçirenlerin oranı yüzde 91.2 televizyon izleyerek geçirenlerin oranı yüzde 93.3.

“Sosyal medya fenomenleri”, ”sosyal medya uzmanlığı” ve TikTok’lanan yaşam. Varın gerisini siz düşünün…