SİYASİ PARTİLERDE İŞLEYİŞ ŞEFFAF VE ETİK OLMALIDIR

Seçim süreci yaklaştıkça, siyasi partilerdeki hareketliliğin artarak devam ettiğini görüyor ve izliyorum. Bu hareketlilik alışık olduğum bilindik manzaralar ve aynı manzaralarda boy gösteren aynı insanlar… Halkın değil, siyasi parti liderlerinin halka sunduğu ve zoraki seçtirdikleri insanlar…

İşte bu nedenle soruyorum;

  • Siyasi partilerde, aday belirleme sürecinde üyelerinin işaret ettiği insanlara neden yer verilmez?
  • Aydınların, yazarların, sanatçıların, üniversitelerin eğilimleri neden görmezden gelinir?
  • Emek, meslek ve inanç örgütlerinin öneri ve eleştirileri neden aday belirlemede dikkate alınmaz?
  • Toplumun yarsı kadınlardır. Seçilenlerin yarısı neden kadınlar değildir?

Yukarıda sıraladığım sorularımın yanıtsız kalacağını biliyorum. Ama seçilenlerin tamamı olmasa da, büyük bir bölümü sahip olduğu paranın gücüyle tercih edildiklerini de biliyorum. Etik siyaset diyorsak, etik siyasetin sınırları ve kuralları vardır. Bu sınırlara ve kurallara uymak siyasi partiler için ahlaki ve politik bir zorunluluktur.

Partiler seçmenleriyle helalleşmelidir. Her dönem ben deyip, kendilerini partiye dayatanlara, siyaseti çıkar aracı olarak kullananlara, siyaseti meslek olarak sürdürenlere, tüm siyasi partiler kırmızı kartı göstererek ve artık yeter diyerek siyaset alanının dışına çıkartmalıdırlar.

Rant siyasetinin zirve yaptığı, kamusal kaynakların halka değil, çetelere aktarıldığı, ekonomik kriz başta olmak üzere çoklu krizlerin yaşandığı ülkemiz yoğun bakım süreci yaşamaktadır. Bu siyasi anlayıştan kurtulmak bilimsel siyaset ve siyaseti bilimsel temelde icra eden doğru bilim insanlarıyla mümkündür. Bu bağlamda bireysel ihtiyaç ve öncelikler derin dondurucudan dondurmalıdır. Ben diyenleri ve egoları yüksek olan siyasi tüccarları, siyasi alanda uzaklaştırılması durumunda, başarı muhalefet açısında mutlak ve kaçınılmazdır.

100 yıllık Cumhuriyet tarihinin Türkiye halklarına ilişkin bütün kazanımlarının yok edildiği, halkların ayrıştırıldığı, düşmanlaştırıldığı, devletin zor aygıtlarının yasal ve Anayasal haklarını arayan emekçi halklara şiddet olarak yöneltildiği bir siyasi sürecin hem tanık hem de sanıklarıyız. Bu anlamıyla emek örgütlerini seçimler ilişkin tutumu öteden beri olduğu gibi yine; Cumhuriyeti, laikliği, emeği, adaleti, barışı ve demokrasiyi esas alan siyasi partilerle olacağı bilinmelidir.

Seçmenlerin oyu ile seçilen belediye başkanlarının, milletvekillerinin, Cumhurbaşkanı’nın tek amacı; ülkesine ve ülke halklarına hizmet etmek olmalıdır. Peki, öyle midir? Elbette değil, işsizliğin ve yoksulluğun hat safhada olduğu ülkemizde Sayıştay raporlarına göre SARAYIN günlük giderinin 10 milyon TL olması düşündürücü değil midir? Yasaların kişilerin ve siyasi partilerin ihtiyacına göre yorumlandığı, birine uygulanan hukukun bir başkasına uygulanmadığı bu durum, Türkiye halkları açısında onur kırıcı bir durumdur.

Seçilmişlerin kürsü dokunulmazlığı ve ifade özgürlüğü dışında başka bir ayrıcalığı olmamalıdır. Seçilmişlerin devletin ve kurumların imkânlarını, olanaklarını kullanarak yurttaşlara efelik yapmaları da medeni ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizde de suç unsuru ve istifa gerekçesi olmalıdır. Belediyeler aile şirketi değil, halkın malıdır. Personel alımında kurumun ihtiyaç duyduğu nitelikte ve liyakat esas alınarak yapılmalıdır. Bu toprakların kaderi midir bilmem! Ancak ülkemizde enişteler, kızlar, hanımlar günümüzde tercih edilen en etkili ve sonuç odaklı referanslardır. Kurumsal kültürü ve kurumsal disiplini esas alan bir yaklaşımla görevini sürdüren çok az sayıdaki seçilmişlere ise bin selam olsun.

Siyasal iktidarın, kamu emekçilerine, kamu emekçilerin ise yurttaşlara karşı; eşit, adil ve adaletli davranması lütuf değil, Anayasal bir zorunluluktur. Çürümüşlüğü esas alanlarla, yozlaşmış, bencil tavır ve davranış sergileyenlerle, kamusal hizmet sunmanın olanağı yoktur. Kamusal hizmetlerin sağlıklı yürütülebilmesi için, seçilmişler görev ve sorumluluklarının bir bölümünü mesai arkadaşlarına bırakmak zorundadırlar. Seçileni de güçlü kılmak ekibin güçlü olmasına bağlıdır. Zincirin her bir halkası sağlam, her türlü iç ve dış etkiye karşı dayanıklı ise seçilenler halkların gönlünde yerini alır.

Pablo Neruda diyor ya “Bütün çiçekleri koparabilirsiniz ama baharın gelişini engelleyemezsiniz.” Evet, Türkiye halkları kötü gidişata dur diyor ve yeni bir sayfa açmaya hazırlanıyor. Baharın gelişini müjdelemek umuduyla,

Sevgi ile kalın.

Ahmet KARAGÖZ

30.09.2022 /ANKARA