“Emperyalizmin acımasız vukuatları karşısında demokratlar olarak ne yapacağız. ” Erdoğan bir kaç gün önce bu soruyu sorunca, biz de bir tarihi hatırlatma yapmanın yararlı olacağını düşündük.

“Emperyalizmin acımasız vukuatları karşısında demokratlar olarak ne yapacağız.”

Erdoğan bir kaç gün önce bu soruyu sorunca, biz de bir tarihi hatırlatma yapmanın yararlı olacağını düşündük.
Emperyalizme karşı tutum önemli...

Bugün dünyanın bir çok ülkesinde, bir çok bölgesinde emperyalizme karşı süren bir direniş ve mücadeleden de söz edebiliriz
Türkiye’nin tarihinde önemli direnişler de verilmiştir emperyalizme karşı. Ve bu mücadele sürmektedir.

Her ne kadar tam kurtuluşa erdirilememiş; iktidarı ele geçirenlerce halkların iradesini yok sayılarak, yeniden emperyalist dünyanın esiri olunup, yeni bir sisteme imza atılmış olsa da, “Kuruluş savaşı” emperyalist işgale karşı direnişle anılmaktadır.

İzmir İktisat Kongresi ile emperyalizme bağımlılığın ilk düğümleri atıldığında bugün 100. yılı tüm dünya işçi ve emekçileri, ezilen ve sömürülen halklarınca kutlanan 17 Ekim Devrimi’nin üzerinden 6 yıl geçmişti.

17 Ekim’inde Rus İmparatorluğunu yıkan, işçi, köylü, asker sovyetlerinin oluşturduğu SSCB yönetimi, savaşın derin tahribatına, Rus İmparatorluğunun her alandaki enkazına, açlığa, sefalete, sürmekte olan iç savaşa, uluslararası kuşatmaya, Denikin’a, Beyaz Ordu’nun kalıntılarına karşı mücadele ederken, bir yandan da Türkiye halklarının kurtuluş mücadelesini başından itibaren her türlü desteklemişti.
Emperyalizme darbe vuran her hareket desteklenmeyi hak ediyordu....

Altın, silah, dostluk, dayanışma... Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) hiçbir şeyi esirgemedi.

Rus İmparatorluğu’nun yıkılışı aynı zamanda Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın da sonlandırılması olmuştu. Türkiye halkları bu avantajdan da yararlanmış oldu. Ekim devrimi bir dönemi kapatan, yeni bir dönem açan, 20.YY’ın en büyük gelişmesi olarak, tüm dünya işçi sınıfı ve ezilen halkları için yeni bir umut, yeni bir ışık olmuşken, Türkiye halkları da ondan yararlandılar.

Emperyalizme darbe vurduğunu ısrarla belirtilen Türkiye kurtuluş hareketi SSCB tarafından her türlü desteklenirken, Türkiye’nin başına geçecek olan taife SSCB ile ilişki içinde 10 Eylül 1920’de Bakü’de kurulan TKP’nin kurucu heyetini Karadeniz’de boğdurma planı yapıyordu.
Mustafa Kemal, emperyalizme ve despot yönetime karşı ayaklanmış halkı destekleyen SSCB’nin Kurucusu Ekim Devrimi’nin lideri Lenin’e yazdığı teşekkür mektuplarında “Yoldaş Lenin” diye hitap ederken, bir yandan da başka planlar icra edilmekteydi.

Mustafa Suphi ve arkadaşları, Topal Osman ve Kahya Yahya tetikçiliğinde, ancak “Derin Devlet”in dehlizlerinde, İttihatçıların ve kurulacak yeni devletin sahipliğine soyunanların, Karabekirlerin planları sonucunda 28 Ocak 1921’de katledildiler.

Mustafa Suphilerin katli, “Kurtuluş Savaşı”nın olası bir toplumsal kurtuluşa evirilmesine, sosyal devrime duyulan korkunun sonucu olarak planlanmış oldu. Devrimin, burjuva karakterinin giderek gericileşmesi olasılığını bilecek olan Suphilerin, ilerleyen yıllarda yeni emperyalist bağımlılığa karşı direnişe geçip, Türkiye halklarını Sovyet tipi bir devrime yönlendirmeleri endişesi, katliamcı ekibin büyük korkusu olsa gerek.
“Kurtuluş Savaşı” tamamlanmamış bir devrim olarak kaldı. 68 Gençlik Hareketi’nin lideri durumundaki gençlerin o dönem sık sık dile getirdikleri ifadelerden biriydi, “Yarım kalan devrimi tamamlamak.”

Tek parti döneminden “Çok Partili” döneme geçiş süreci ise, yine İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarına denk düşer. Hitler faşizminin yenilgisinin ardından dünya bir kez daha ışık dolmuştur, SSCB’nin başarısıyla. Balkanlar ve Kafkaslarda Sosyalist ve demokratik halk yönetimleri kurulmuştur. Dünya’nın dört bir yanında ulusal ve sosyal kurtuluş hareketleri doğmuş, büyümüştür. Türkiye’nin bundan etkilenmemesi olası değildi.

Tek partiden çıkışın yeni aktörleri olan ve “Türkiye’yi Küçük Amerika yapacağız” diyen Mendereslerle övünen bugünkü iktidar ne demokrat ne de anti emperyalisttir.

Nedense Menderesleri ve kendilerini mirasçısı saydıkları DP’nin tüm kadrolarının CHP’nin içinden geldiğini ve dolayısıyla Cumhuriyet Döneminin “Tek Partisi” olarak kendilerinin de tüm olup bitenden sorumlu olduğunu kabul etmezler. Ve nedense (!) bugünkü CHP yönetimi de “Geçmişte ne yaptıysak birlikte yaptık” diyememektedir.

Aslında bu gün Türkiye’de iktidarda olanlar, Suphileri katledenlerin, Deniz Gezmişlerin ve emperyalizme karşı mücadeleyi sürdürenleri katledenlerin ve ona baraj kuranların takipçileri, mirasçılarıdır.

Deniz Gezmiş ve arkadaşları 6. Filo’nun askerlerini Dolmabahçe önlerinde denize atarken, onlara saldıranlarla, ABD ve dolayısıyla emperyalizm destekçiliği yapanlar ise, o dönemin Milli Türk Talebi Birliği (MTTB)mensupları olup, bugünün TBMM’nin başında oturanlardı.

16 yıldır iktidarda olan AKP yönetiminin, ekonomik, sosyal, siyasal, askeri politikaları ortadadır. Onların milliyetçiliği ve İslamcılığının anti emperyalizmle uzaktan yakından ilişkilendirilemeyeceği bilinmez değildir.

“Emperyalizmin acımasız vukuatları karşısına demokratlar olarak ne yapacağız” diyen, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu gerçeği bilmektedir. Ancak o, her zaman yaptığını yaparak, halkların emperyalizme karşı biriken öfkesini, giderek tek kişi hakimiyetine dönüşmüş gidişine dayanak yapmak istemektedir.

Demokratların ve sosyalistlerin mücadelesi emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı sürmektedir ve mutlaka başarıya ulaşacaktır.